Bu derginin içeriği Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı kapsamında lisanslanmıştır.
1. | Kapak Cover Sayfa I |
2. | Danışma Kurulu Reviewers Sayfalar II - III |
3. | Başkan'dan From the President Sayfa IV |
4. | Editör'den From the Editor Sayfa V |
5. | İçindekiler Contents Sayfa VI |
ORIJINAL ARAŞTIRMA | |
6. | Glanüler tip megameatus intakt sünnet derisi olan olgularda tedavi ne olmalıdır? What should be the treatment in cases with glanular type megameatus intact foreskin? Kenan Yalçındoi: 10.24898/tandro.2023.48295 Sayfalar 141 - 145 AMAÇ: Glanüler tip megameatus intakt sünnet derisi olan hastalarda tedavi seçeneklerini değerlendirmeyi amaçladık. GEREÇ ve YÖNTEMLER: 2011–2021 yılları arasında kliniğimizde 5000’in üzerinde sünnet işlemi gerçekleştirilmiştir. Sünnet işlemi esnasında sünnet derisi retrakte edildiğinde rastlantısal olarak karşılaştığımız ve bazen de o an ne yapacağımızı tam olarak bilemediğimiz glanüler tip megameatus tespit edilen 70 olgunun tedavi seçenekleri rektospektif olarak incelendi. Hipospadias cerrahisini kabul eden 24 olgunun 14’üne glans yaklaştırma prosedürü (GAP) uygulandı. On olguya ise meatal ilerletme ve glanüloplasti prosedürü (MAGPI) uygulandı. Olguların ortalama yaşları, cerrahi süreleri ve cerrahi girişim sonuçları değerlendirildi. BULGULAR: Glans yaklaştırma prosedürü prosedürü uygulanan hastaların yaş ortalaması 4,7±1,9 yıl idi, cerrahi süreleri 59,1±6,3 dakika idi. On dört olgudan birinde üretral stenoz, birinde ise üretral fistül komplikasyonu görüldü. Meatal ilerletme ve glanüloplasti prosedürü (MAGPI) uygulanan hastaların yaş ortalaması 4,3±1,4 yıl idi, cerrahi süreleri 64,3±3,03 dakika idi. On olgudan birinde üretral stenoz, birinde ise başarısız cerrahi komplikasyonu görüldü. Yirmi dört hastanın dördünde (%16,66) komplikasyon gelişti. Dört hastaya re-operasyon uygulandı. İki teknik arasında yaş ortalaması, cerrahi süreleri ve komplikasyon oranları arasında da anlamlı fark görülmedi. SONUÇ: İntakt sünnet derisi klinik bulguları gizlemektedir ve genellikle megameatusun tespiti sünnet girişiminde yapılabilmektedir. Megameatusun en hafif formu olan glanüler tip için cerrahinin tartışmalı olmasına rağmen uygun cerrahi yöntemle yüz güldürücü sonuçlar alınabilir. Ayrıca cerrahi öncesi ailelerle detaylı görüşmeler yapılmalı, operasyonun tartışmalı olduğu da anlatılmalıdır. OBJECTIVE: We aimed to evaluate the treatment options in patients with glanular type megameatus intact foreskin. MATRERIAL and METHODS: Between 2011 and 2021, more than 5000 circumcision procedures were performed in our clinic. The treatment options of 70 cases with glanular type megameatus, which we encountered incidentally when the foreskin was retracted during the circumcision procedure and sometimes we did not know exactly what to do at that moment, were found to be treated retrospectively. Glans approximation procedure (GAP) was applied to 14 of 24 patients who accepted hypospadias surgery. Meatal advancement and glanuloplasty procedure (MAGPI) was performed in 10 of them. The mean age, duration of surgery and surgical intervention results of the cases were evaluated. RESULTS: The mean age of the patients who underwent the GAP procedure was 4.7±1.9, and the duration of surgery was 59.1±6.3 minutes. Urethral stenosis was seen in 1 of 14 cases and urethral fistula complication was observed in 1 of them. The mean age of the patients who underwent the MAGPI procedure was 4.3±1.4, and the duration of surgery was 64.3±3.03 minutes. Urethral stenosis was seen in 1 of 10 cases and unsuccessful surgical complication was observed in 1 of them. Complications developed in 4 (16.66%) of 24 patients. 4 patients underwent re-operation. There was no significant difference in the mean age, duration of surgery and complication rates between the two techniques. CONCLUSION: Intact foreskin conceals clinical findings and megameatus can usually be detected at circumcision attempt. Although the surgery for the glanular type, which is the mildest form of megameatus, is controversial, satisfactory results can be obtained with the appropriate surgical method. In addition, detailed interviews should be made with families before surgery and it should be explained that the operation is controversial. |
7. | Varikoselli hastalarda sistemik immün enflamasyon endeksi ve hematolojik enflamatuvar parametrelerinin değerlendirilmesi: Kontrollü bir çalışma Evaluation of systemic immune inflammation index and hematological inflammatory parameters in patients with varicocele: a controlled study Şaban Oğuz Demirdöğen, Ahmet Emre Cinislioğlu, Tugay Aksakallı, Mehmet Sefa Altay, Adem Utlu, İbrahim Karabulut, İsa Özbeydoi: 10.24898/tandro.2023.34603 Sayfalar 146 - 153 AMAÇ: Bu çalışma, varikosel ve inflamasyon arasındaki ilişkiyi, varikoselli hastalarda hematolojik inflamatuar parametreleri ve sistemik immün inflamasyon (Sİİ) indeksini kullanarak değerlendirmeyi ve varikosel etiyopatogenezine katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. GEREÇ ve YÖNTEMLER: Çalışma, Mayıs 2018 ve Aralık 2021 tarihleri arasında Erzurum Şehir Hastanesi Üroloji polikliniklerinde varikosel tanısı konan 59 hasta ve 56 sağlıklı gönüllüyü içermektedir. Hasta dosyaları geriye dönük olarak incelenmiş ve tam kan analizi verileri kaydedildi. Tam kan analizinden elde edilen parametreler ve sistemik immün inflamasyon indeksi gruplar arasında karşılaştırıldı. BULGULAR: İki grup arasında vücut kitle indeksi ve ortalama yaş açısından karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu (sırasıyla p=0,915 ve p=0,25). Lenfosit sayısı hasta grubunda istatisteksel olarak anlamlı şekilde düşüktü (p<0,001). Nötrofil/Lenfosit oranı (NLO), Monosit/Lenfosit oranı (MLO), Platelet/Lenfosit oranı (PLO) ve Sİİ indeksi, her iki grup için karşılaştırıldığında hasta grubunda anlamlı derecede yüksekti (sırasıyla p<0,001, p=0,033, p<0,001 ve p=0,005). Varikoselli hastalarda semen parametreleri ile Sİİ indeksi arasındaki ilişkiyi incelediğimizde, lenfosit sayısı, nötrofil sayısı, NLO ve Sİİ indeksinin, normospermik varikoselli hastalara kıyasla anormal semen parametresine sahip hastalarda anlamlı şekilde yüksek tespit edildi (sırasıyla; p=0,004, p=0,003, p<0,001 ve p<0,001). Sİİ, inflamatuar parametreler arasında varikoselli hastalarda bozulmuş semen kalitesini öngörmede en iyi prediktif güce sahipti. SONUÇ: Sİİ indeksi ve hematolojik inflamatuar parametrelerle ilgili sonuçlarımız, inflamasyonun varikosel patogenezinde rol oynayan faktörlerden biri olduğuna işaret edebilir. Çalışmamız, varikoselli hastalarda hematolojik inflamatuar parametreler ve özellikle Sİİ indeksi ile semen parametreleri arasındaki ilişkiyi gösteren önemli sonuçlara sahiptir. Varikosel tanısı, takibi ve tedavisinde Sİİ indeksi ve hematolojik inflamatuar parametrelerin kullanılıp kullanılamayacağını araştırmak için daha fazla sayıda hastayı içeren prospektif, randomize kontrollü çalışmalar yapılmalıdır. OBJECTIVE: This study aims to evaluate the relationship between varicocele and inflammation using hematological inflammatory parameters in patients with varicocele and systemic immune inflammation (SII) index, and to contribute to the etiopathogenesis of varicocele. MATRERIAL and METHODS: The study included 56 healthy volunteers, and 59 patients who were diagnosed to have varicocele in the urology clinics of Erzurum City Hospital between May 2018 and December 2021. Patient files were retrospectively investigated and the data of whole blood analysis were recorded. Parameters obtained from whole blood analysis and systemic immune inflammation index were compared between groups. RESULTS: A total of 59 adult male who have diagnosed as varicocele were included in the patient group and 56 healthy adult volunteers were included in the control group. When the two groups were compared in terms of body mass index and mean age, there was no statistically significant difference. (p=0,915 and p=0.25, respectively). Lymphocyte count was significantly reduced in the patient group (p<0.001). Neutrophil/Lymphocyte ratio (NLR), Monocyte/Lymphocyte ratio (MLR), Platelet/Lymphocyte ratio (PLR) and SII index were found to be significantly higher in the patient group when compared for both groups (p<0.001, p=0.033, p<0.001 and p=0.005, respectively). There was no relation between the grade of varicocele and hematological inflammatory parameters or systemic inflammation index in the patient group. When we examined the relationship between semen parameters and SII index in patients with varicocele, we found that lymphocyte count, neutrophil count, NLR and SII index were significantly higher in patients with abnormal semen parameters compared to patients with normospermic varicocele (respectively; p=0.004, p=0.003, p< 0.001 and p<0.001) SII has the best predictive power in predicting Impaired Semen Quality in varicocele patients among inflammatory parameters. CONCLUSION: SII index and hematological inflammatory parameters can show that inflammation is one of the factors playing a role in varicocele pathogenesis. Our study has important results showing the relationship between hematological inflammatory parameters and especially SII index and semen parameters in patients with varicocele. Prospective, randomized studies with larger numbers of patients and control groups should be conducted in order to investigate whether SII index and hematological inflammatory parameters can be used in the diagnosis, follow-up and treatment of varicocele. |
8. | Primer infertil erkeklerdeki Y-kromozom mikrodelesyon sıklığı Frequency of Y-chromosome microdeletion in primary infertile men Özgür Balasar, Savaş Barışdoi: 10.24898/tandro.2023.79058 Sayfalar 154 - 158 AMAÇ: Y kromozomu üzerinde testis gelişiminde rol alan SRY (sex-determining region Y) bölgesi ve spermatogenez ile ilişkili genler bulunur. Uzun kolu, azospermi faktörü (AZF) bölgesini (AZFa, AZFb ve AZFc alt bölgeleri) içerir. Bu bölgedeki mikrodelesyonlar azospermi ve oligospermiden sorumludur ve erkek infertilitesine neden olur. Bu çalışmanın amacı, primer infertiliteye sahip azospermili ve oligospermili erkek hastalarda Y kromozomunun AZF bölgesindeki mikrodelesyon insidansını analiz etmektir. GEREÇ ve YÖNTEMLER: Aralık 2020-Aralık 2022 tarihleri arasında toplam 206 erkek hasta analiz edildi. Azospermi ve oligospermi tanısı semen analizine dayanılarak konuldu. Çalışmaya karyotipi normal olan hastalar alındı. AZF bölgesindeki mikrodelesyonların kesin teşhisi için Avrupa Androloji Akademisi (EAA) ve Avrupa Moleküler Genetik Kalite Ağının (EMQN) tavsiyesini içine alan 20 farklı sekans işaretli bölge (sequence tagged sites/STS) kullanıldı. Her bölge, polimeraz zincir reaksiyonu (PZR) yöntemi ile çoğaltıldı ve ABI 3500 DNA Sekans cihazında fragman yöntemiyle analiz edildi. BULGULAR: Karyotipi normal olan 206 hastanın 17'sinde Y kromozomunun AZF bölgesinde (%8,3) mikrodelesyon saptandı. Çalışma ile popülasyonumuzdaki AZF’nin her alt bölgesinin delesyonlarını belirledik. AZFc bölgesinde mikrodelesyonların varlığı en sık görülendi. b2/b4 tam AZF/c mikrodelesyonları, gr/gr kısmi AZF/c delesyonundan daha yüksekti. SONUÇ: Çalışma, primer infertil erkek hastalarda AZF alt bölgelerinin mikrodelesyon insidansının %8.2 olduğunu ve prognostik açıdan önemli olduğunu doğruladı. Y kromozom mikrodelesyon sıklığının literatür ile uyumlu olduğu görüldü. OBJECTIVE: There are SRY (sex-determining region Y) region, which plays a role in testicular development, and genes related to spermatogenesis on the Y chromosome. Its long arm contains the azoospermia factor (AZF) region (AZFa, AZFb, and AZFc subregions). Microdeletions in this region are responsible for azoospermia and oligospermia and cause male infertility. The aim of this study was to analyze the incidence of microdeletion in the AZF region of the Y chromosome in male patients with primary infertility with azoospermia and oligospermia. MATRERIAL and METHODS: A total of 206 male patients were analyzed between December 2020 and December 2022. The diagnosis of azoospermia and oligospermia was made based on semen analysis. Patients with normal karyotype were included in the study. For the definitive diagnosis of microdeletions in the AZF region, 20 different sequence tagged sites (STS) were used, including the recommendation of the European Academy of Andrology (EAA) and the European Molecular Genetics Quality Network (EMQN). Each region was amplified by polymerase chain reaction (PCR) method and analyzed by fragment method in ABI 3500 DNA Sequence instrument. RESULTS: Microdeletion was detected in the AZF region of the Y chromosome in 17 of 206 patients (%8,3) with normal karyotype. With the study, we identified the deletions of each subregion of AZF in our population. The presence of microdeletions in the AZFc region was most common. b2/b4 complete AZF/c microdeletions were higher than the g/gr partial AZF/c deletion. CONCLUSION: The study confirmed that the incidence of microdeletion of AZF subregions in primary infertile male patients was %8,3 and was prognostically significant. The frequency of Y chromosome microdeletion was found to be consistent with the literature. |
9. | Erkek askeri personelin human papilloma virüsü tarama testi ve aşısına ilişkin bilgi düzeyleri Male military personnel’s knowledge levels about human papillomavirus, screening test, and vaccine Fatih Okan, Sümeyye Kavici, Işıl Miray Dincel, Kübra Topcu, Sümeyya Üstün, Merve Akkoçdoi: 10.24898/tandro.2023.18942 Sayfalar 159 - 166 AMAÇ: Çalışmanın amacı erkek askeri personelin HPV tarama testi, HPV aşısına ilişkin bilgi düzeyleri ve bilgi düzeylerini etkileyen faktörlerin belirlenmesidir. GEREÇ ve YÖNTEMLER: Tanımlayıcı-Kesitsel tipteki çalışma Aralık 2022- Ocak 2023 tarihleri arasında bir İl Jandarma Komutanlığı’nda çalışan 390 erkek askeri personel ile gerçekleştirildi. Veriler Tanıtıcı Bilgi Formu ve Human Papilloma Virüsü Bilgi Ölçeği kullanılarak elde edildi. Verilerin değerlendirilmesinde Mann-Whitney U testi ve Kruskall Wallis testi kullanıldı. BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen erkek askeri personelin Human Papilloma Virüsü Bilgi Ölçeği toplam puanı ortalaması 4,89±6,43 olarak bulundu. Çalışmada Human Papilloma Virüsü Bilgi Ölçeği toplam puanının medeni durum, eğitim durumu, yaşanılan yer, birinci derece yakınında veya kendisinde üreme organ kanser varlığı, cinsel yolla bulaşan hastalıklar hakkında daha önce eğitim almış olma ve Human Papilloma Virüsü ve Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar hakkında bilgi sahibi olma durumuna göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde değiştiği bulundu (p<0.05). SONUÇ: Erkek askeri personelin HPV bilgi ölçeği toplam puanının oldukça düşük düzeyde olduğu bulundu. Sağlığın korunması ve geliştirilmesinde önemli rol oynayan sağlık profesyonelleri riskli gruplar arasında yer alan askeri personele yönelik HPV enfeksiyonu ve aşısına ilişkin farkındalık eğitimlerini planlamalı ve erkek nüfus için human papilloma virüsü aşı programlarının oluşturulmasına yönelik girişimlerde bulunmalıdır. OBJECTIVE: The aim of the study was to determine the level of knowledge of male military personnel about Human Papillomavirus, screening tests, and vaccination. MATRERIAL and METHODS: The descriptive cross-sectional study was conducted with 390 male military personnel working in Provincial Gendarmerie Command between December 2022 and January 2023. Data were obtained using the Descriptive Information Form and the Human Papillomavirus Knowledge Scale. Mann-Whitney U test and Kruskall Wallis test were used to evaluate the data. RESULTS: The mean the Human Papillomavirus Knowledge Scale total score of the male military personnel included in the study was 4.89±6.43. In the study, it was found that the total score of the Human Papilloma Virus Knowledge Scale varied significantly according to marital status, educational status, place of residence, presence of reproductive organ cancer in first-degree relatives or themselves, having received previous education about sexually transmitted diseases and having information about human papillomavirus and sexually transmitted diseases CONCLUSION: It was found that the total score of the human papillomavirus knowledge scale of male military personnel was quite low. Health professionals who play an important role in protecting and promoting health should plan awareness trainings on human papillomavirus infection and vaccine for military personnel who are among the risky groups and lead the establishment of human papillomavirus vaccination programs for the male population. |
10. | Stres üriner inkontinans hastalarında duloksetin tedavisi sonrası cinsel fonksiyon ve koital inkontinans durumu Sexual function and coital incontinence status after duloxetine treatment in patients with stress urinary incontinence Bahadır Ermeç, Mehmet Gökhan Çulhadoi: 10.24898/tandro.2023.87259 Sayfalar 167 - 170 AMAÇ: Bu çalışmanın amacı Stres Üriner İnkontinans (SÜİ) tedavisinde kullanılan duloksetin tedavisinin kadın cinsel fonksiyonları üzerine etkisi ve koital inkontinans (Kİ) üzerine etkisini değerlendirmektir. GEREÇ ve YÖNTEMLER: Çalışmaya SÜİ şikâyeti ile Ocak 2018-Temmuz 2021 tarihleri arasında üroloji polikliniğine başvuran ve 12 hafta Duloksetin 2*40 mg (Nexetin, Nobel İlaç, Türkiye) kullanan hastalar dâhil edildi. Hastaların demografik özellikleri kayıt edildi. Hastaların medikal ve cinsel öyküleri alındı. Hastaların cinsel fonksiyonlarını değerlendirmek amacıyla 19 sorudan oluşan Kadın Cinsel Fonksiyon Ölçeği (KCFÖ) doldurtuldu. Koital inkontinans olup olmadığı, penetrasyon sırasında Kİ olup olmadığı soruldu. BULGULAR: Çalışmaya toplam 64 hasta dâhil edilmiştir. Hastaların yaş ortalaması 43,64±11,08(35–58), BMI ortalaması 27,86±6,43(21,55– 34,67) kg/m2 idi. Hastaların tedavi sonrası toplam KCFÖ skoru, istek, uyarılma, kayganlaşma ve orgazm alt boyutlarında anlamlı iyileşme izlenmiştir (her biri için p<0,001). Tedavi öncesi 49 hasta cinsel ilişki sırasında Kİ tariflerken, 12 haftalık tedavi sonrası 26 hastada Kİ devam etmektedir. Tedavi sonrası Kİ oranlarında anlamlı düzeyde iyileşme saptanmıştır (p<0,001). SONUÇ: SÜİ tedavisi için kullanılan duloksetin kadın cinsel fonksiyonlarında iyileşme yapmakta ve koital inkontinansı azaltmaktadır. OBJECTIVE: The aim of this study is to evaluate the effect of duloxetine treatment, used in the treatment of Stress Urinary Incontinence (SUI), on female sexual functions and coital incontinence (CI). MATRERIAL and METHODS: Patients who applied to the urology outpatient clinic with complaints of SUI between January 2018 and July 2021 and used Duloxetine 2*40 mg (Nexetin, Nobel İlaç, Turkey) for 12 weeks were included in the study. Demographic characteristics of the patients were recorded. Medical and sexual histories of the patients were taken. In order to evaluate the sexual functions of the patients, the Female Sexual Function Index (FSFI) consisting of 19 questions was filled. It was asked whether there was CI or CI during penetration. RESULTS: A total of 64 patients were included in the study. The mean age of the patients was 43.64±11.08(35-58), and the mean BMI was 27.86±6.43(21.55-34.67) kg/m2. A significant improvement was observed in the patients’ total FSFI score, desire, arousal, lubrication and orgasm subscales after treatment (p<0.001 for each). While 49 patients described CI during sexual intercourse before treatment, CI persisted in 26 patients after 12 weeks of treatment. There was a significant improvement in CI rates after treatment (p<0.001). CONCLUSION: Duloxetine, which is used for the treatment of SUI, improves female sexual functions and reduces coital incontinence. |
11. | Sünnet muayenesinde saptanan genital anomali oranları: Tek merkezli çalışma Genital anomaly rates detected in circumcision examination: A single center study Kenan Yalçındoi: 10.24898/tandro.2023.02439 Sayfalar 171 - 173 AMAÇ: Bu çalışmamızda sünnet muayenesi sırasında saptanan genital organ anomali oranlarını literatür eşliğinde değerlendirmeyi amaçladık. GEREÇ ve YÖNTEMLER: Kliniğimizde 11 yıl boyunca 5427 sünnet operasyonu gerçekleştirildi. Sünnet muayenesinde saptanan genital organ anomali verilerine hasta dosyalarının retrospektif olarak incelenmesi ile ulaşıldı. Elde edilen veriler literatür eşliğinde değerlendirildi. BULGULAR: Toplam 5427 sünnet muayenesi sırasında genital anomalisi tespit edilen hasta sayısı 324 (% 5.97) idi. En sık saptanan anomaliler sırasıyla; inmemiş testis (% 1.47), intakt sünnet derisi megameatus (% 1.27), retraktil testis (% 0.88), hipospadias (% 0.69),inguinal herni (% 0.68) ve diğer anomaliler (% 0.98) şeklindeydi. SONUÇ: Sünnet muayenesinin önemi hakkında ailelerin daha fazla eğitilmesi ve bilinçli olmasına, hekimlerin ise sünnet muayenesinde daha dikkatli olması gerektiği sonucuna varılmıştır. Fizik muayenede genellikle saptanamayan ve sünnet işlemine başlandığında saptanan intakt sünnet derisi megameatus konusunda da biz hekimlerin daha dikkatli olması gerektiğini belirtmek isteriz. OBJECTIVE: In this study, we aimed to evaluate the genital organ anomaly rates detected during circumcision examination in the light of the literature. MATRERIAL and METHODS: 5427 circumcision operations were performed in our clinic for 11 years. The genital organ anomaly data detected in the circumcision examination were obtained by examining the patient files retrospectively. The obtained data were evaluated in the light of the literature. RESULTS: The number of patients with genital anomalies during a total of 5427 circumcision examinations was 324 (5.97%). The most frequently detected anomalies are respectively; undescended testis (1.47%), intact foreskin megameatus(1.27%), retractile testis (0.88%), hypospadias (0.69%), inguinal hernia (0.68%) and other anomalies (0.98%). CONCLUSION: It was concluded that families should be educated and conscious about the importance of circumcision examination, and physicians should be more careful in circumcision examination. We would like to state that physicians should be more careful about intact foreskin megameatus, which cannot be detected in physical examination and is detected when the circumcision procedure is started. |
12. | Erektil disfonksiyonun belirleyicisi ve ciddiyet göstergesi olarak monosit - yüksek yoğunluklu lipoprotein kolesterol oranı Monocyte-to-high-density lipoprotein-cholesterol ratio as a predictor and severity indicator of erectile dysfunction İbrahim Üntan, Ahmet Emin Doğandoi: 10.24898/tandro.2023.64935 Sayfalar 174 - 180 AMAÇ: Artan enflamasyonun endotel disfonksiyonuna neden olması ve monositlerin ve yüksek yoğunluklu lipoprotein kolesterolün enflamasyondaki rolü gösterilmesine rağmen, monosit - yüksek yoğunluklu lipoprotein kolesterol oranı ile erektil disfonksiyon arasındaki ilişkiyi inceleyen şaşırtıcı derecede az sayıda yayın bulunmaktadır. Bu çalışmada hem enflamasyon sürecinin aktörlerini özetledik hem de monosit - yüksek yoğunluklu lipoprotein kolesterol oranı ile erektil disfonksiyon arasındaki ilişkiyi prognostik veya prediktif bir belirteç olup olamayacağı açısından inceledik. GEREÇ ve YÖNTEMLER: Ocak-Eylül 2021 tarihleri arasında üroloji polikliniğine başvuran ve herhangi bir sistemik hastalığı olmayan 143 erektil disfonksiyonlu hasta ve 140 kontrol hastası seçildi. Tüm hastalardan uygun koşullar altında tam kan sayımı, biyokimyasal parametreler ve hormon örnekleri alındı. Erektil disfonksiyon tanısı, Uluslararası Cinsel İşlev Endeksi anketinin beş maddelik versiyonuyla koyuldu. Elde edilen verilerle gruplar arasında istatistiksel karşılaştırmalar yapıldı. BULGULAR: Yaş, boy, beyaz kan hücresi, trombosit, lenfosit, kreatinin, açlık plazma glukozu, trigliserit, folikül uyarıcı hormon, luteinizan hormon ve total testosteron değişkenleri gruplar arasında farksızdı. Vücut kitle indeksi, ağırlık, toplam kolesterol, düşük yoğunluklu lipoproein kolesterol, nötrofil sayısı, monosit-yüksek yoğunluklu lipoprotein kolesterol oranı ve nötrofil-lenfosit oranı değişkenleri vaka grubunda anlamlı derecede yüksekti. Uluslararası Erektil Fonksiyon İndeksi - 5 skoru, düşük yoğunluklu lipoprotein kolesterol değişkenleri vaka grubunda anlamlı derecede yüksekti. Monosit-yüksek yoğunluklu lipoprotein kolesterol oranı ile Uluslararası Erektil Fonksiyon Endeksi - 5 skoru arasında anlamlı negatif korelasyon gözlendi. SONUÇ: Monosit - yüksek yoğunluklu lipoprotein kolesterol oranı, enflamasyonu ve endotel hasarını temsil eder ve bu bozuklukların neden olduğu erektil disfonksiyonun kolay ve ucuz bir öngörücüsü veya ciddiyet göstergesi olarak kullanılabilir. OBJECTIVE: Although increased inflammation causes endothelial dysfunction and the role of monocytes and high-density lipoproteincholesterol in inflammation has been demonstrated, there are surprisingly few publications examining the relationship between monocyte-tohigh- density lipoprotein-cholesterol ratio and erectile dysfunction. In this study, we both summarized the actors of the inflammation process and examined the relationship between the monocyte-to-high-density lipoprotein-cholesterol ratio and erectile dysfunction in terms of whether it can be a prognostic or predictive marker. MATRERIAL and METHODS: Between January and September 2021, 143 patients with erectile dysfunction and 140 control patients who applied to the urology outpatient clinic and had no systemic disease were selected. Complete blood count, biochemical parameters, and hormone samples were obtained from all patients under appropriate conditions. Erectile dysfunction was diagnosed with the five-item version of the International Index of Erectile Function questionnaire. Statistical comparisons were made between the groups with the obtained data. RESULTS: Age, height, white blood cell, platelet, lymphocyte, creatinine, fasting plasma glucose, triglyceride, follicle-stimulating hormone, luteinizing hormone, and total testosterone variables were indifferent among the groups. Body mass index, weight, total cholesterol, low-density lipoprotein-cholesterol, neutrophil count, monocyte-to-high-density lipoprotein-cholesterol ratio, and neutrophil-to-lymphocyte ratio variables were significantly high in the case group. International Index of Erectile Function - 5 scores and low-density lipoprotein-cholesterol levels were significantly high in the case group. A significant negative correlation was observed between the monocyte-to-high-density lipoprotein-cholesterol ratio and the International Index of Erectile Function - 5 score. CONCLUSION: The monocyte-to-high-density lipoprotein-cholesterol represents inflammation and endothelial damage and can be used as a readily and inexpensive predictor or severity indicator of erectile dysfunction, caused by these impairments. |
DERLEME | |
13. | BPH Patofizyolojisi Pathophysiology of BPH Ender Cem Bulut, Ali Atandoi: 10.24898/tandro.2023.91328 Sayfalar 181 - 189 Benign prostat hiperplazisi (BPH) prostat volümünün artışı ve alt üriner sistem semptomları ile sonuçlanan prostattaki histolojik değişikliklerdir. BPH’ta AÜSS gelişmesinin birkaç nedeni olsa da bunlar arasındaki en önemli neden prostat bezinin büyümesidir. Bunun yanında, prostat büyüklüğünün bireyler arasında neden farklı olduğu ve benzer büyüklüklerin neden farklı şiddette AÜSS oluşturduğu açığa kavuşturulamamıştır. Dünya nüfusunun giderek yaşlanması BPH’ı erkeklerde en sık görülen hastalıklardan biri haline getirmiştir. BPH’ın görülme sıklığının artması oluşturduğu sosyoekonomik meliyetini artırmıştır. Ancak patofizyolojisi tam olarak aydınlatılamadığından yıllardır yeni bir medikal tedavi alternatifi oluşturulamamıştır. Bu derlemede BPH’ın oluşmasına neden olan muhtemel farklı mekanizmalar incelenmiş olup bu mekanizmalarla ilgili literatür gözden geçirilmiştir. Benign prostatic hyperplasia (BPH) is histological changes in the prostate that result in increased prostate volume and lower urinary tract symptoms. Although there are several reasons for the development of LUTS in BPH, the most important reason is the enlargement of the prostate gland. In addition, it has not been clarified why prostate size differs between individuals and why similar sizes cause different severity of LUTS. The aging of the world population has made BPH one of the most common diseases in men. The increase in the incidence of BPH has increased its socioeconomic cost. However, since its pathophysiology has not been fully elucidated, a new medical treatment alternative has not been established for years. In this review, possible different mechanisms that cause BPH to occur were examined and the literature on these mechanisms was reviewed. |
14. | ESWT’nin erektil disfonksiyon tedavisindeki rolü The role of ESWT in erectile dysfunction treatment Kasım Emre Ergün, Fuat Kızılaydoi: 10.24898/tandro.2023.77785 Sayfalar 190 - 193 Oral fosfodiesteraz 5 (PDE 5) inhibitörleri, vakum pompaları, intraüretral ilaçlar, intrakavernozal enjeksiyonlar ve penil protez implantasyonu erektil disfonksiyon (ED) tedavisinde bugün için kabul gören tedavilerdir. 2010 yılında, Vardi tarafından düşük yoğunluklu vücut dışı şok dalga tedavisi (Li-ESWT), ED tedavisinde noninvaziv bir yöntem olarak sunulmuştur. Erektil disfonksiyonun önemli mekanizmasının vasküler endotel fonksiyon bozukluğu olduğu ve Li-ESWT’nin de vasküler rejenerasyonu desteklemek için vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF) gibi anjiyogenez ile ilişkili faktörlerin ekspresyonunu uyarabileceğinden hareketle ED tedavisinde Li-ESWT kullanımı yaygınlaşmaktadır. Günümüzde Li-ESWT için standart bir tedavi protokolü bulunmamaktadır. Li-ESWT’nin, özellikle oral ilaçlara zayıf yanıt veren ve daha invaziv prosedürleri istemeyen hastalarda, ED tedavisi için bir seçenek olabilme potansiyeli olduğu görülmektedir. Öte yandan, tedaviden en çok hangi hastaların fayda görebileceğini ve hangi protokolün en iyi sonuçları verebileceğini anlamak için daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır. Oral phosphodiesterase 5 (PDE 5) inhibitors, vacuum pumps, intraurethral drugs, intracavernosal injections, and penile prosthesis implantation are currently accepted treatments for erectile dysfunction (ED). In 2010, low-intensity extracorporeal shock wave therapy (Li- ESWT) was introduced by Vardi as a noninvasive method for the treatment of ED. Since the important mechanism of ED is vascular endothelial dysfunction and Li-ESWT can stimulate the expression of angiogenesis-related factors such as vascular endothelial growth factor (VEGF) to support vascular regeneration, the use of Li-ESWT in the treatment of ED is becoming widespread. Currently, there is no standard treatment protocol for Li-ESWT. Li-ESWT appears to have the potential to be an option for the treatment of ED, particularly in patients who respond poorly to oral medications and do not want more invasive procedures. On the other hand, further studies are needed to understand which patients may benefit most from the treatment and which protocol will produce the best results. |
15. | Peyronie hastalığı: Cerrahi dışı tedavi yaklaşımları Peyronie’s disease: Non-surgical treatment options Arif Kol, Erhan Ateşdoi: 10.24898/tandro.2023.40222 Sayfalar 194 - 202 Peyronie hastalığı, tunika albugineada ilerleyici fibrozis ile karakterize bir durumdur ve buna bağlı olarak penil kısalık, eğrilik gibi deformitelere sebep olmaktadır. Bu durum sadece seksüel sorunlara yol açmaz aynı zamanda kişide cinsel performans kaygısının artmasına, ilişkide güçlük çekmesine ve depresyona neden olabilmektedir. Hastalık seyri akut ve kronik olmak üzere iki dönemden meydana gelir. Akut fazda ve stabil hastalık periyodunda daha çok semptomları gidermek ve fibrozisi geriletmek amacı ile cerrahi dışı tedavilerden faydalanırken, özellikle ciddi deformiteler geliştikten sonra cerrahi tedaviler gündeme gelmektedir. Cerrahi dışı tedavi metotları, oral tedaviler, intralezyonel enjeksiyon tedaviler, topikal tedaviler, vakum ve traksiyon cihazları ve şok dalga tedavileridir. İntralezyonel clostridium histolyticum kolajenaz tedavisi, Amerikan FDA tarafından onay almıştır ve kalsiye olmayan plakları bulunan hastalar için endikedir. Multimodal tedaviler için ise henüz net bir görüş birliği yoktur. Peyronie’s disease is a condition characterized by progressive fibrosis in the tunica albuginea, resulting in deformities such as penile shortening and curvature. This situation not only causes sexual problems, but also can cause an increase in sexual performance anxiety, difficulty in relationship and depression. The course of the disease consists of two periods, acute and chronic. In the acute phase and in the stable disease period, while non-surgical treatments are used to relieve symptoms and regress fibrosis, surgical treatments are on the agenda, especially after serious deformities develop. Non-surgical treatment methods are oral treatments, intralesional injection treatments, topical treatments, vacuum and traction devices and shock wave treatments. Intralesional clostridium histolyticum collagenase treatment has been approved by the US-FDA and it’s indicated in patients with noncalcified plaques. For multimodal treatments, there is no clear consensus yet. |
16. | Varikosel Patofizyolojisi 2023 Varicocele Pathophysiology 2023 İrem Orhan, İrfan Orhan, Ahmet Karakeçidoi: 10.24898/tandro.2023.38268 Sayfalar 203 - 207 Erkek infertilitesinin en sık düzeltilebilir patolojisi olarak saptanan varikosel, normal popülasyonda yaklaşık olarak % 15 oranlarında belirlenmektedir. Genel popülasyonda bu kadar yüksek oranlarda saptanması ve erkeklerin sadece %20’sinin infertil olup geri kalan %80’inde fertilitenin etkilenmemiş olması, varikosel ve infertilite arasındaki patofizyolojik süreçlerin değerlendirilmesinde yeni araştırma konularını gündeme getirmiştir. Konvansiyonel olarak varikoselin erkek üreme sistemine olası patofizyolojik etkisi, beş ayrı mekanizma ile değerlendirilmektedir. Bu mekanizmalar; hipertermi, hipoksi, toksik sürrenal metabolitlerin reflüsü, hipogonadizm ve kadmium birikmesi olarak bildirilmektedir. Varicocele, which is the most frequently treatable pathology of male infertility, is detected in approximately 15 % of the normal population. The fact that it is detected at such high rates in the general population and that only 20% of the men are infertile and the remaining 80% of them are unaffected, has brought up new research issues in the evaluation of the pathophysiological processes between varicocele and infertility. Conventionally, the possible pathophysiological effect of varicocele on male reproductive system is evaluated by five different mechanisms. These mechanisms are reported as hyperthermia, hypoxia, reflux of toxic cyclical metabolites, hypogonadism and cadmium accumulation. |
17. | Alfa blokerlerin ejakülasyon üzerine etkisi: Literatür güncellemesi Effect of alpha blockers on ejaculation: Literature review update Enis Mert Yorulmaz, Kürşad Dönmez, Osman Köse, Serkan Özcan, Sacit Nuri Görgel, Yigit Akındoi: 10.24898/tandro.2023.91489 Sayfalar 208 - 211 Ejakülasyon bozuklukları bireylerin yaşam kalitesini önemli ölçüde etkileyebilen karmaşık ve çok faktörlü bir durumdur. Benign prostat hiperplazisi (BPH) tedavisinde kullanılan alfa blokerler, ejakülasyondaki değişiklikler de dâhil olmak üzere çeşitli cinsel yan etkilerle ilişkilidir. Bu derlemede, alfa blokerlerin ejakülasyon üzerine literatürde yer alan etkilediği fizyolojik mekanizmalar ve klinik sonuçları ele alındı. Ejaculation disorders are a complex and multifactorial condition that can significantly impact individuals’ quality of life. Alpha blockers, which are used in the treatment of benign prostatic hyperplasia (BPH), are associated with various sexual side effects, including changes in ejaculation. In this review, the physiological mechanisms and clinical outcomes of the effects of alpha blockers on ejaculation, as documented in the literature, are discussed. |
OLGU SUNUMU | |
18. | Proton pompa inhibitörü esomeprazolün uzun süre kullanımına bağlı gelişen reversibl azospermi: Bir olgu sunumu Reversible azoospermia due to long-term use of proton pump inhibitor esomeprazole: A case report Ali Nebioğlu, Selahittin Çayan, Murat Bozlu, Erdem Akbaydoi: 10.24898/tandro.2023.09475 Sayfalar 212 - 215 AMAÇ: Günümüzde oldukça sık reçete edilen proton pompası inhibitörlerinden olan esomeprazolün uzun süreli kullanımı yapılan son çalışmalarda; sperm kalitesinde ve motilitesinde azalma ve infertilite ile ilişkilendirilmiştir. Bizde bu çalışmada, esomeprazol kullanımına bağlı gelişen reversibl azospermi olgusunu sunmayı amaçladık. OLGU SUNUMU: Çalışmamızda, gastro-özofageal reflü hastalığı nedeniyle yaklaşık iki yıldır esomeprazol (40 mg/gün) kullanan, 25 yaşında, bekar ve çocuk istemi olan azospermik hastayı inceledik. Kliniğimize ara ara ve künt vasıfta, her iki testiste de olan ve kısa süre sonra kendiliğinden düzelen skrotal ağrı şikayetiyle başvuran hastanın yapılan fizik muayenesinde herhangi bir patolojik bulgu saptanmadı. Ayrıca, testis hacimleri ve serum hormon parametreleri normal referans değerleri arasında izlendi. Hastaya dış merkezde yapılmış olan skrotal renkli doppler ultrason sonucu, normal sınırlarda skrotal renkli doppler ultrason incelemesi olarak raporlandı. Olgunun ilk başvurusundaki semen analizi, azospermik pellet pozitif olarak raporlanması üzerine, hastadan 4 hafta ara ile yeniden semen analizi istenmiş olup, sonuç yeniden azospermik pellet pozitif olarak raporlanmıştır. Bunun üzerine esomeprazol kullanımına tarafımızca son verilen hastanın, birinci ve dördüncü aylardaki kontrollerinde, sperm parametreleri kademeli olarak düzeldi. Hastanın dördüncü ayda bakılan semen analizi parametreleri, normal referans değerleri arasında izlendi. SONUÇ: Uzun süreli esomeprazol kullanan, azospermik genç bir hastanın, ilacı bıraktıktan sonraki süreçte, hiçbir ek tedavi ve cerrahi işlem geçirmeden, ülkemizde de gastrointestinal sistem rahatsızlıklarında sıklıkla tercih edilen esomeprazol etken maddeli ilaç kullanımının azospermi etiyolojisinde akla getirilmesi gerekliliğini vurgulamayı hedefledik. OBJECTIVES: The long-term use of esomeprazole, a commonly prescribed proton pump inhibitor, has been associated with a decrease in sperm count and motility, as well as infertility in recent studies. We aimed to present the case of reversible azoospermia developed due to the use of esomeprazole in this study. CASE REPORT: In our study, we examined a 25-year-old unmarried male patient with a desire for children who had been using esomeprazole (40 mg/ day) for approximately two years due to gastroesophageal reflux disease. The patient presented to our clinic intermittently with a dull scrotal pain, which was present in both testicles and resolved spontaneously after a short period. The physical examination of the patient revealed no pathological findings, and the testicular volumes and serum hormone parameters were within the normal reference values. The result of scrotal color doppler ultrasound performed on the patient in an external center was reported as scrotal color doppler ultrasound examination within normal limits. Upon the initial presentation of the patient, the semen analysis reported azoospermic pellet positivity. Subsequently, a repeat semen analysis was requested from the patient at a 4-week interval, and the result was once again reported as azoospermic pellet positive. As a result, we discontinued the use of esomeprazole for the patient, and during the first and fourthmonth follow-ups, there was a gradual improvement in sperm parameters. The semen analysis parameters evaluated in the fourth month were observed within the normal reference values. CONCLUSIONS: We aimed to emphasize the necessity of considering the use of esomeprazole, which is frequently preferred for gastrointestinal system disorders in our country, as a potential etiology of azoospermia, in a young patient who had been using it for a long time and experienced improvement after discontinuation of the medication. |
ANDROLOJİ YAYINLARI VE KONGRE TAKVİMİ | |
19. | Androloji Yayınları ve Kongre Takvimi Publications and Congress Calendar of Andrology Sayfalar 216 - 220 Makale Özeti |Tam Metin PDF |